Ankara’nın Bağları – 12
Taner’i ikna etmesi üç ayını alsa da sonunda başarmıştı. Şansları yaver gitmişti doğrusu. Ege kıyısında olmasa da Ege dağlarının yamaçlarında, çevresindeki mera ve ormanlık alan yüzünden kovboy filmlerindeki film platolarını andıran sevimli bir kasabaydı. Kızının eğitimi için ayarladıkları özel okul kırk kilometre uzaktaki ildeydi. Allah’tan okulun servis hizmeti de vardı. Kasabanın en güzel evini kiraladılar. Kalorifer petekleri o kadar eski bir modeldi ki, Atatürk’ün kasabaya ziyarete geldiği gün ilk kez çalıştırılmış izlenimi veriyordu. Panjurları ilk kullanan, Çakırcalı Efe’nin dedesi olmalıydı. Sözün kısası, evi yenileyip, iyice elden geçirmek için günlerce uğraştılar.
Esnaf da âlemdi doğrusu. Adamların müşkülpesentliği bir harikaydı. Handan gibi sakin ve uyumlu birini bile üç günde delirtmeyi başarmışlardı. Banyodaki muslukları değiştirmek için anlaştıkları Şakir Usta, parayı peşin aldığı halde hala eve uğramamıştı. Adamın telefondaki gevrek Ege lehçesi artık Handan’da bağımlılık yapmaya başlamıştı:
“ Şakir bey bugün de gelmediniz! Muslukları çırakla yollayın da kendim deneyeyim takmayı; ha ne dersiniz?” Kısa bir sessizlikten sonra el cevap,
“Aaa, oldu mu şimdi dokturanım? Yani, vallahi âlemsiniz. Contayı berkilitmeden olmaz o. Seramikleri de tırkıllamam lazım. Beyaz çimentoyla dibini iyice gomduruklamazsan berbat olur. Yahu sen bu gidişle mesleği benim elimden sıyırıp alıverecen dokturanım ahaha! Oğlanı yollayayım desem o da beceremez şimdi, sen bekleyekoy ben gelecem. Hadi namaz kaçmadan ben kaçayım ahaha!”
Nedense adama kızamıyordu da. Ne zaman arasa musluk montajı işini İstanbul’un fethinden sonraki en mühim işmiş gibi anlatmaktan özel bir zevk aldığı belliydi.
Öte yandan Marangoz Sami ile cenge tutuşan Taner, her akşam maceralarını tefrika halinde anlatmaktan zevk alıyordu. Sarhoş gezmediği tek bir an yoktu Sami’nin. Kasabanın bütün ileri gelenlerinin ortak kanaati, onun yöredeki en sanatkâr marangoz olduğuydu. Gel gör ki, Sami’nin bu maharetini sergilediği zaman dilimi koca gün içinde hepi topu iki saat kadardı. O da bir türlü Taner’in mutfak dolabının tamamlanmasına denk gelmiyordu. İlk iki dolap kapağını gördüğünde gerçekten çok etkilenmişti Taner. Adam dolap kapağı kategorisinde yan dal ihtisası yapmış kadar ustaydı gerçekten. Harika kapakları gören Taner müteşekkir gözlerle bakıp adama övgüler düzdüğü o ilk güne, daha sonra eli boş döndüğü günlerde hep lanet etmişti. Ne zaman gitse dükkân kapalıydı. Onu akşam güneşi batmaya yakın hep aynı yerde, Kör Hakkı’nın meyhanesinde buluyordu. Meyhanedeki son karşılaşmalarında kafayı çoktan güzelleştirdiğini, ağzını büze büze konuşmasıyla belli eden Sami yanındakilere dönerek,
”Vaayjj, doktorların en Arsen Jüppen’i gelmiş. Abijim senden de ujan kajan kurtulmuyor. Nasıl buldun beni burada? Ehehee! Sen şimdi ne dolaplar çeviriyon burada diye sormadan ben sorayım. Ne ijersin janım abim? Dolap kolay abijim, gel otur hele bak ne dolaplar dönüyo burada janım doktorum!”
Taner güç bela kurtulup dışarı çıkınca verdiği kaparo için küfürler savurarak evin yolunu tutuyordu. Mutfak dolaplarını taktırmanın başka yolu kalmamıştı. Bir akşamüzeri Taner, adamı dükkândan çıkmak üzereyken yakaladı.
“Ooo, hoş geldin sayın doktorum. Ben de tam cıvata almaya çıkıyordum. Dolaplar daha bitmedi ağabeyciğim. Yarın sabah ilk işim o olacak. Çay söylerdim ama ocakçı da gitmiştir şimdi. ”
Belli ki acelesi vardı Sami’nin. Taner elindeki torbayı tezgâhın üzerine bırakıp, gözlerini adamdan ayırmadan torbanın içindekileri çıkarıp ortalığa yaymaya başladı. İlk önce orta boyda bir kavun çıktı. Onu peynir, söğüş, soğuk et izledi. Henüz buzdolabından yeni çıkmış, buğulu yetmişliği görünce feleği şaştı Sami’nin.
“ Beni dinle şimdi Sami Efendi! Ben şuraya oturup sabaha kadar başında dikileceğim. Sen de ister yavaş yavaş, ister keyfin nasıl isterse ona göre demlen. Ama bir yandan da benim dolapları yapacaksın bu gece. Mazeret istemem, hadi bakalım. Çırak lazımsa o da burada tam karşında. Şimdi getir bakalım şu bardakları! ” Sami diyecek söz bulamamıştı.
“ Hey be yakılıklı doktorum! Sen ne güzel bir adammışsın, sen ne akıllı bir kardeşimizmişsin. Bak gör dolap nasıl devşirilirmiş! Geç şuraya otur bakalım. Bak hafife alma sakın, bu da bir ameliyat sayılır. Şu rendeyi al bakalım eline. Daha öğreneceğin çok iş var!”
İlk kadehleri neşeyle tokuşturdular. Sabah gün ışırken dolaplar gıcır gıcır parlıyordu.
– SÜRECEK –