Haliç Bezirganları – 15

Şefik’le Selamet bu işlerle oyalanırken Sümbül Efendi, yanına Mehmet’i alarak daha önce yaptığı işler sırasında tanıştığı çiçekçilere uğradı. Güneş yükselmeden Sümbül’ün istediği bütün fideler satın alındı. Mehmet’in hiç bilmediği muhtelif gâvur çiçeklerinin yanında İstanbul’un en meşhur çiçeği lalenin on değişik rengini, mor sümbülleri, katlı gülleri, hercai menekşeleri de aldılar. Sümbül, hepsinin ismini sanki kendi koymuşçasına biliyor, çiçekçiye akıllar vererek, her birinin sulamasının nasıl yapılacağını, o çiçeğin nasıl döllendirileceğini, ötekinin arı sevdiğini, berikinin suya çok gelmediğini anlatıp hem Mehmet’i hem de çiçekçiyi hayrete düşürüyordu. Sümbül’ü güç bela susturup bahçeden çıkarmaya muvaffak olan Mehmet, teslimatın nereye yapılacağını sıkı sıkıya tembihledikten sonra Sümbül’ü Tahtakale civarındaki kumaşçılara götürdü. Buraları da Sümbül’ün at oynattığı yerlerdi.  Bursalı Hakkı, onu uzaktan görür görmez tanımış, koşarak gelip sımsıkı kucaklayarak ilgiye ve alakaya boğmuş, dükkâna soktuktan sonra da türlü ikramlarda bulunmuştu. Sümbül kumaşın iyisini, ipeklilerin en güzelini hep burada buluyordu. Buraya gelmesinde Hakkı’nın iltifatlarının da payı büyüktü. Mehmet bu iki çıtkırıldımın birbirlerini övmelerini hayretle seyrediyordu. Aralarındaki büyülü alışverişe bir türlü aklı ermiyor, bir an önce çıkıp gitmek için Sümbül’ün dikkatini işe çekmeye çabalıyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu iki çenesi düşük herifin dedikodularına engel olamamış, bir saat boyunca saraydaki kalfaların ne kadar görgüsüz olduklarını, yeni tayin olan İtalyan konsolosunun ne kadar yakışıklı olduğunu, Haliç kıyısındaki Ahi Çelebi Camii’nin imamının yaramazlıklarını konuştular da konuştular. Adamın yanından çıktıklarında Mehmet’in kafası kazan gibi şişmiş, ensesine bir ağrı saplanmıştı. Sümbül pazarlık etmeden top top kumaşı sardırmış, bir saate kadar tersane terzihanesine teslim edilmesini tembihlemişti. Mehmet kendinden biliyordu; Sümbül Ağa en az on kayme indirmişti bu alışverişten cebine. Elini cebine sokup demin Sümbül’e çaktırmadan az evvel çiçekçiden aldığı bir kaymeyi avucunda sımsıkı tuttu. Sümbül daha o gün akşam karanlığı çökmeden bütün malzemeyi tamamlamıştı. Kumaşlar dikilirken marangozhaneye gitmiş, en kaliteli ceviz kerestelere el koyarak istediği ölçülerdeki direkleri bıçkıdan geçirterek üzerlerindeki oymaları ve cilayı bizzat Artin Usta’ya yaptırmıştı.

Hamadi sevinçle koşturarak sıraya dizdiği fişekleri numaralıyor, önceden deftere teker teker kaydettikleri her fişeğin barut ve metal tozu karışımının miktarına göre yeni yapılacak fişeğin terkibini ayarlıyordu. Sırrını bir tek Hanif Usta’nın bildiği renk verme muamelesi sayesinde fişekleri istedikleri renkte açıp istedikleri renkte soldurabiliyorlardı. Fişekler yüz, yüz elli tecrübeden sonra tam onun istediği gibi olmuştu. Fişeklerin renkleri kadar, patlama esnasında ortaya çıkacak sesin şiddeti de hassasiyetli bir meseleydi. Fişekler önceden yükselebildiğinin yarısı kadar bir intifada, tam da seyredenlerin hemen başlarının üzerinde patlamış hissi yaratacak şekilde açıldıktan sonra tamamen sönüp tehlikesiz bir biçimde yere düşüyordu. İkinci günün akşamında iki eski dost içleri ferahlamış bir vaziyette sarıldılar birbirlerine. Vazife nihayete ermişti.

Dilaver Paşa’nın sahilhanesinin önündeki hummalı faaliyet bütün gün sürdü. Tersaneden gönderilen en tecrübeli ustalar Sümbül Efendi’nin nezaretinde bütün marifetlerini durmaksızın sergileyerek üst kattaki pencerelerden gizlice ve merakla onları takip eden ev halkının şaşkın bakışları altında, İstanbul ahalisine yeni bir dünyanın kapılarını açtılar. Köşkün girişi gelip geçenlerin şaşkınlıktan küçük dillerini yutmalarına sebep olacak kadar değişmişti. Uzun direklerin arasına gerilmiş rengârenk tüller rüzgârda ahenkle dans ederken, tarhların içine ihtimamla yerleştirilerek kalp, ördek, martı, ceylan şekli verilmiş rengârenk lalezar, görenleri kıskançlıktan çatlatacak kadar güzel bir manzara sergiliyordu. Çiçek öbeklerinin etrafına çepeçevre dikilmiş minik meşe ve limon çamı fideleri, kapının ardında saklı minik bir ormanın müjdesini veriyor gibiydi.

Dilaver Paşa, yol boyunca heyecandan yerinde duramadı. Arabacının acele etmesini istiyor, dünyanın parasını harcadığı işin nihayetini görmek için deli oluyordu. Yanında sessizce oturan Şefik Bey ise kaygılıydı. İşin son halini iki saat önce görüp pek beğenmişti. Ama Paşa’nın beğenip beğenmeyeceğinden emin değildi. Arabacının dizginlere sertçe asılmasıyla aniden yavaşladılar. Dilaver Paşa boş bulunup Şefik’in kucağına yanlamasına yuvarlandı. Paşa şimdi Şefik Bey’in kucağında, beyaz sakalları da ellerinin arasındaydı. Onları bir gören olsa, Şefik’in Paşa’yı okşamasından huylanıp dedikodu yapabilirdi. Bir şey olmamış gibi toparlandılar. Paşa aceleyle inip gözleriyle evin önünü araştırmaya başladı. Gördükleri karşısında dudakları hafifçe aralanmış, sanki bir şey itiraf edecekmiş de cesaret edemiyormuş gibi öylece kalakaldı. Sol elini çenesinin altına getirip alt dudağını parmaklarının arasına alarak kendi kendine mırıldanmaya başladı. Şefik yanında yürüdüğü halde yaşlı adamın ne dediğini anlayamıyordu. Paşa, başını kaldırdığında pencereden onları izleyen Fazilet Hanım’la göz göze geldi. Kadının neşeyle ve minnetle kendisine baktığını görünce derin bir nefes alıp saadetle bıraktı soluğunu. Çok beğenmişti canım, tabii çok beğenmişti! Aniden dönüp Şefik Bey’e sımsıkı sarıldı.
“Sağ ol evladım, çok sağ ol. Emeği geçenlerin elleri dert görmesin. Yarın akşam da şu havai fişek gösterisi Allah’ın izniyle böyle güzel nihayetlenirse dile benden ne dilersen!”

“Estağfurullah Paşa Hazretleri. Sizin yüksek takdiriniz bizi ziyadesiyle memnun eder. Sağ olun var olun efendimiz.”
Dilaver Paşa, genç adamın koluna neşeyle girip onu salona doğru sürükledi. Akşam yemeğinde haremlik selamlık uygulanmadı. Onu evin evladı sayıyorlardı artık. Fakat Paşa’nın küçük kızı Müveddet hiç de öyle düşünmüyordu. Onu gördüğü geçen akşamdan beri durduk yerde içi kıpır kıpır oluyor, iki gündür genç adamın yolunu gözlüyor, bir türlü pencerelerden ayrılamıyordu.

Kafilenin geçeceği uzun yolun ucu yaklaşık yedi yüz arşın öteden görülüyordu. Hanif ile Hamadi Dolmabahçe sırtlarında yerlerini almış bekliyorlardı. Fayton ve landolara doluşmuş davetli kafilesinin Fındıklı tarafından kendilerine doğru yaklaşmakta olduğunu görmüşlerdi. Hanif’in işaret vermesiyle Hamadi evvelden hazırladıkları rampalara yerleştirdiği fişekleri teker teker ateşlemeye başladı. Fişekler tam da istedikleri kadar yükselip bir müddet nazlı nazlı süzüldükten sonra patlıyor, havada şahane bir renk cümbüşü husule getiriyor, yere ulaşmadan kendiliğinden sönüyordu. Kafile yaklaştıkça fırlatılan fişeklerin sayısı usuldan artmaya başlamıştı. Paşanın evine iyice yaklaşmışlardı ki kıyamet koptu. İki fişekçi de hızlanabilecekleri kadar hızlanmış, ardı ardına fişek yolluyor, landoların pencerelerinden yarı bellerine kadar sarkan kadınlı erkekli saray mensupları temaşanın tadını çıkarmaya çalışıyorlardı. Yolun iki yanına dizilerek saraylıların geçişini seyretmek için toplanmış ahali de şimdi onları bırakmış, tadına doyum olmayan manzarayı seyrediyordu. Fişeklerin allı morlu renkleri kadar, patladıklarında husule gelen şekiller de çok güzeldi. Kimi top top olup domur domur açmış güller gibi parıldıyor, kimi de dikenli mor çiçekler gibi havada incecik tellere ayrılarak uzun bir müddet sönmeden öylece kalıyordu. Hanif Usta iyice coşmuştu. Bazen iki fişek birkaç saniye arayla patlıyor, kulakları sağır eden şamata tam bitti derken, çok daha alçakta patlatılan bir başkası yürekleri ağızlara getiriyor, kadınlara çığlıklar attırıp gülüşmelere yol açıyordu. Tam fişek gösterisinin nihayete erdiği esnada Paşa’nın evine ulaşan kafiledekiler, bu sefer de bahçenin efsunlu manzarası karşısında hayranlığa batıp çıkmıştı. Arabalar geçerken direkler arasındaki renkli tüllerin arasından akseden kandil ışıklarının oluşturduğu gölge oyunları, çiçeklerden geçip yolcuların yüzüne vuruyordu. Paşa, odanın penceresinden seyrediyordu olan biteni.

“ Helal olsun sana Şefik Bey oğlum, harcanan parayı son kuruşuna kadar hak etmiş hepsi!”diye söylendi. Hanımıyla kızını pencerelerin önünden zorla uzaklaştırıp aceleyle merdivenleri inerek ziyafete iştirak etmek üzere yola koyuldu.

 -SÜRECEK-

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler