Haliç Bezirganları – 16

Saltanat ailesinin fertleri, hizmetlileriyle devlet erkânının ileri gelenlerinden mürettep davetli kalabalığı Sultan’ın üçüncü kadın efendisi Dilpesend Sultan’ın sahilhanesinin denizlik tarafındaydılar. Şehzade sünneti için tertip edilen merasimleri takip eden hafta boyunca payitahtın kadın hanımlarının böyle ziyafet ve eğlenceler tertip etmesi âdettendi. Bu türden debdebeli davetler kadın efendiler arasındaki üstü örtülü rekabetin gün yüzüne çıkması, kimin daha zengin ve muteber olduğunun ispatına fırsat kabul ediliyordu. Büyük koruluğun önüne kurulu geniş sofralarda yenen akşam yemeğini müteakip deniz tarafındaki koltuklara geçilmiş, ev sahibesinin tertip ettiği havai fişek temaşası bekleniyordu. Şimdi bahçedeki bütün kadınlar, Dilaver Paşa’nın sahilhanesinin önündeki muhteşem manzarayı konuşuyordu. Fazilet Hanım, etrafındaki meraklı kalabalıktan hayli memnun, bahçenin teşrifatıyla alakalı tafsilatlı bilgiler veriyor, bire bin katarak eserini daha da şişirmekle meşgul oluyordu. Dilaver Paşa’nın etrafında da benzer bir halka vardı. Yol boyunca sergilenen havai fişek atışlarından efsunlanmış erkek kalabalığının ısrarlı sorularından hem bunalan hem de müthiş bir keyif alan Paşa, lüzumsuz tafsilatlarla misafirlerin kafalarını şişirmeye başlamıştı. Dilpesend Hanım, bizzat yanlarına gelerek ince zevklerinden ve yenilikleri yakından takip etmelerinden hem Sultan Hazretleri’nin hem de kendisinin oldukça memnun olduklarını söyleyip iltifatlarda bulundu. Dilaver Paşa, yerlere kadar eğilip hürmetlerini sundu. Padişahın kulağına gidecek övgüleri şimdiden duyar gibi oluyordu. Gözlerini kısmış, az ötedeki karanlık suların üzerinde beliren hayali aynada beliren vezirlik beratını okumaya çalışıyordu.

Hanif ve Hamadi’nin bahtı bu hadiseden sonra açıldı. Açılmak ne kelime, adeta küllerinden doğdular. Sırlarını kimseyle paylaşmadıkları için bütün iş teklifleri onlara yapılıyordu. Kısa sürede zengin oldular. Havai fişeklerin karada yangına sebebiyet vermeden kullanılabileceği artık ispatlanmıştı. İki zeki adamın kurduğu müessese sayesinde, sadece İstanbul değil, Anadolu’nun zenginleri arasında da bu âdet yayıldı. “Mısırlı Biraderler” şirketinin fabrikasında hazırlanan fişekler artık her yerde satılıyordu. Selamet bu iki kurnaz Mısırlının gösterdiği ilerlemeyi bir yandan hayret, bir yandan da gıpta ederek izliyordu. Bu memlekette para kazanmak hem çok basit hem de çok müşküldü. Buna bir kere daha iman etmişti.

BÖLÜM X

HANİ BENİM ELLİ DİRHEM PASTIRMAM
KONYALIDAN BAŞKASINI BASTIRMAM

Fethiye Korkmaz

Yazın bu en sıcak günlerinde Haliç kenarında sivrisinekten geçilmiyordu. Kâğıthane deresinin durgun sularında besiye yatan larvalar, civar köylerin ahırlarında iyice semirdikten sonra gece yarısına doğru Kasımpaşa tarafına doğru yola çıkarak tersanedeki binlerce körpe neferin iliğini sömürmek için saldırıya geçiyordu. Böyle bunaltıcı gecelerde Selamet’in en büyük zevki zindana uğrayıp mahpuslarla sohbet etmekti. Hayatın kahpeliğini, “düşene bir tekme de sen vur” düsturunun ete kemiğe bürünmüş halini orada bütün çıplaklığıyla müşahede edebiliyordu. İmparatorluk coğrafyasının her yerinden gelmiş her türlü adama rastlamak mümkündü zindanın kuytuluklarında. Tersanenin arka tarafına inşa edilmiş eski yapı üç kısımdan meydana geliyordu. Öndeki kısım diğer ikisine göre kısmen daha rahattı. Hiç olmazsa havalandırma pencerelerinin kanatları daha geniş olup denize baktığı için ferahtı. Burada gemi inşasında çalıştırılan sanatkâr mahpuslar tutuluyordu. Elleri iş tuttuğu için acımasız zindan çavuşları tarafından fazla işkence görmüyorlardı. İkinci kısımda kürek mahkûmları ile affı kabil olmayan suçlardan yatan mahkûmlar tutuluyordu. Bunlara hiç acımıyordu çavuşlar. Kah günlerce kürek çektirilip kah en ağır işlerde kullanıldıkları yetmiyormuş gibi, ücret mukabilinde ticari gemilerde de kullanılıyorlardı. Bazen o kadar çok talep geliyordu ki, sırf bu kiralama işi için ihaleye çıkılıyor, en yüksek peyi süren gemici, mahkûmları eliyle seçme fırsatı buluyordu.  Selamet o ihalelere her katılışında, bu şişman, gamsız suratlı, tıknaz ve çirkin tüccarlara baktıkça fenalık geçirir, aklında cevaplayamadığı sorularla kıvranır dururdu.

Hapishanenin son kısmında revir binası yer alıyordu. Haseki Sultan’ın kurtarıldığı gün Selamet’in koşarak gelip, kendisinin yaptığı hamleleri taklit ederek Mehmet’i kurtardığını fark eden revir tabibi Sadi Bey, o günden beri onu çok seviyordu. Bu genç tabiple aralarında sıcak bir samimiyet teessüs etmişti. Onun sayesinde istediği zaman zindana girip çıkabiliyor, mahkûmlarla dilediğince sohbet edebiliyordu. Sadi Bey’den tıp ilmiyle alakalı meseleleri, yaygın görülen hastalıklara ön almak için alınması gereken basit tedbirleri öğrenmekten haz duyuyordu. Kendine duyduğu itimat, yeni şeyler öğrendikçe artıyordu. Öğrenmek için gayret göstermek, zaman ayırmak, en başta da buna niyet etmek şarttı. ‘Memleketin insanı hep kolaycılığa meyilli nedense’ diye düşünüyordu.

‘Çocukluktan itibaren böyle büyütülüyoruz,  başımıza her ne kötülük gelirse gelsin; sebepten ziyade neticeyle alakadar olmaktan sünger gibi olmuş beynimiz. Sonucun fenalığından ziyade sebebin fenalığıyla alakadar olmayı tercih edebilseydik eğer, şerrin tekrarına mani olmayı da becerirdik. Lakin ne çare ki, bizim millet her müşkülünü başkasına ihale edip kolayından kurtulmaya meyilli çocuklar gibidir.’

Kendi kendine söylenerek yürüdüğünü gören arkadaşları, bu tuhaf adama fazla yaklaşmaktan imtina ediyorlardı. Onunla yakın samimiyet kurabilen tek insan Mehmet’ti. Selamet de bunun farkındaydı. Mehmet’i tetkik etmeye başladığı o ilk günlerdeki kanaati, daha sonra da hiç değişmemişti. Bu uzun boylu, gamsız görünüşlü, çatık kaşlı, heybetli adamın dış görünüşünün sertliğine rağmen pamuk gibi bir kalbi vardı. Hiç kimse için kötü konuştuğunu görmemişti. Öyle önüne gelenle samimi olabilecek bir adam da değildi Mehmet. Selamet onun yanında kendini çok rahat hissediyordu. Neredeyse doğduğu andan itibaren kimseye itimat etmemeyi öğrenerek hayatta kalmıştı. Bu kadar ağır bir kalkanla dolaşmak kolay değildi. Farkında olmadan o kalkanın derisini iyice kalınlaştırmıştı. Bunu ancak Mehmet ile sohbet etmeye başladıktan sonra anlamıştı. Mehmet onun her söylediğini peşinen doğru kabul edip her dediğini yapıyordu. Şimdiye kadar onun tek bir sırrını başkalarıyla paylaşmamıştı. Bu ketumluğu kendi sırları söz konusu olduğunda daha da fazlaydı. İşte Selamet’i en çok rahatlatan da buydu. Öyle ya, tersane içinde döndürdükleri dümenin çakılmaması için bu en can alıcı husustu.

-SÜRECEK-

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler