Haliç Bezirganları – 18

BÖLÜM XI

GEMİYE ÇEKTİK YELKEN
BİZ SEFERE GİDERKEN
DUA EYLE SEVDUĞUM
GELEYİM DAHA ERKEN
Anonim- Rize

1825 Ekim sonları yaklaşmıştı. Sümbül Efendi’nin haklı şöhretinin bir anda yerle yeksan olacağını söyleseler kimseler inanmazdı. Dilaver Paşa’nın bahçe tanzimini yaptıktan sonra, yüksek cemiyet arasında çok meşhur olmuştu. Cuma günleri çalışmadığı öğrenilmişti. Hafta sonu eğlenceleri için bol bol iş davetleri alıyordu. Herkesin evini farklı tarzlarda süslemeyi becerdiği için talepler hiç durmuyordu. Kazandığı hatırı sayılır parayı en pahalı kıyafetlere, ayakkabılara harcamakta tereddüt etmiyor, geri kalan parayı Pera’nın sefahat âlemlerine dalıp genç delikanlı ayartma peşinde harcıyordu.

Viyana’daki harp sergisine ilk defa iştirak edilecekti.  Bahriye Nezareti’nde düşünülüp taşınılmış, sergiye iştirak edecek evsafta askeri mühimmat bulunamamıştı. Nihayet, Sümbül Efendi’nin yaptığı gemi süslemeleri geldi akıllara. Saltanat kayıklarından birinin Sümbül Efendi tarafından yeniden elden geçirilmesine karar verildi. Geleneksel süslemelerimizle Avrupai bezemelerin bir araya getirilip harmanlanacağı yeni bir tarzın Viyana’da ses getireceğine inanılıyordu. Sümbül Efendi bütün işini gücünü bırakmış, iki aydır bu kayıkla uğraşıyordu. Teslimata iki gün kalmıştı. Yirmi arşın uzunluğunda, iki arşın genişliğindeki saltanat kayığında altı çift kürek mevcuttu. Kayığın kıç tarafındaki padişah köşkü daha evvel yeteri kadar süslenmişti. Direkleriyle fenerleri som gümüşten, içerideki döşemeler ise değerli taşlarla bezeliydi. Sümbül, bütün gümüş aksamı tepeden tırnağa parlattırdı. Döşemenin üzerindeki kumaşları yeni baştan ipeklilerle değiştirdi. Baş taraftaki geniş burunluğu çıkarttırıp marangozhanede yeniden yaptırdı. Çizimini kendisinin yaptığı yeşilbaş ördekler, martılar, karabataklar kanaviçe gibi işlenmişti tahtaya. Abanoz ağacından yapılmış dev parçayı burun kısmına zar zor oturttular. Kayığın her iki yanına, su altında kalacak kısımlar da dâhil olmak üzere rengârenk balıklarla, deniz kabuklularının resimlerini işletti. Padişah köşkünün giriş kapısına sedef kakmalarla çiçek desenleri koydu. Kürekler kırmızıya boyanmış, sap kısımlarına yeşil yapraklar işlenmişti. Kayığı çeken hamlacıları hayal ettikçe içinin yağları eriyordu. İstanbul delikanlıları arasından ihtimamla seçilen hamlacı takımı, güçlü kuvvetli olmalarının yanında hayli kibar oluyorlardı. İpek cepkenleri üzerlerinde, çıplak kolları ve zeytinyağı sürülmüş gövdeleriyle koca kayığı ip gibi dümdüz ilerleten on iki yakışıklı gençle seyahat ederken hayal etti kendini. Belki talih o gün ona da gülerdi kim bilir. Hazırlıklar tamamlanmış, Haliç’in tertemiz sularına gelin gibi indirilen saltanat kayığı çok beğenilmişti. Bu iş için hususi hazırlanan bir gemiye yüklenen koca kayığın Viyana yolculuğu hayli maceralı ve sıkıntılı geçmişti. Hakkı Bey isimli bir maliye memuru görevlendirilerek kendisine altmış lira da harcırah verilmişti. Bu paraya yol boyunca yapılacak her türlü masraf da dâhil edilmişti. Kayığı Tuna Nehri’nin denize döküldüğü yere kadar gemiyle götürmüşlerdi. Daha sonra Tuna’da seyreden hususi gemilerden birine yüklenen saltanat kayığının Viyana’ya ulaşması tam on bir gün sürdü. Sergi başlayalı iki gün olmuştu. Kayığı ve yolcusunu karşılayan Osmanlı Sefiri Moris Bey, kayığa refakat ederek sergi sahasına yerleştirilmesine bizzat nezaret etmişti.
******

Ertesi gün Viyana’da konuşulan tek konu Osmanlı’nın saltanat kayığı olmuştu. Herkes gülmekten kırılarak birbirine bu kayıktan söz ediyordu. Diğer ülkelerin sergilediği savaş makinelerini, buharlı gemileri, modern topları, yeni pusulaları, savaş gemilerini gezip görenler, Sümbül Efendi’nin kayığıyla karşılaştıklarında önce derin bir şaşkınlığa kapılıyor, sonra da kahkahaları koyuvermekte birbirleriyle yarışıyorlardı. Yüzlerce sert görünümlü, alev kusan, metal yığını savaş aletinin arasında saltanat kayığı, doğunun nazlı bir prensesinin oyuncak kayığına benziyordu. Moris ve Hakkı Bey ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Serginin bitmesine henüz yirmi gün vardı. Apar topar bir mektup yazarak acele kaydıyla payitahta ulaştırılması için postaya verdiler. Cevap bir hafta sonra geldi. Derhal sergiden çekilmeleri emir olunmuştu. Fakat bu arada olan olmuş, Viyana’da neşredilen bütün neşriyatta, bu olay alaya alınıp mübalağayla süslenerek anlatılıp durmuştu.

Kayık sağ salim vatana döndü. Bu büyük mahcubiyetin faturası elbette zavallı Sümbül Efendi’ye çıkarıldı. Kayık fikri ondan çıkmadığı gibi, süsleme fikri de onun değildi. Fakat her ne hikmetse, kadim Osmanlı geleneği bu skandalda da harfiyen tatbik edilmiş, hiç suçu günahı olmadığı halde kabak onun başına patlamıştı. Tersane-i Hümayun’daki vazifesine son verildi. Yüksek cemiyet mensuplarına el altından gönderilen üstü kapalı tehdit ve tembihler neticesinde bir daha hiçbir yerde iş bulamadı. Selamet onun akıbetini çok araştırdı. Nereye gittiğini de hayatta olup olmadığını da kimse bilmiyordu. Bir zamanlar bir Sümbül Efendi dolaşmıştı bu muazzam tersane binalarının arasında, hepsi o kadar. Osmanlı ruhu ise ilelebet payidar kalacaktı.

-SÜRECEK –

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler