Haliç Bezirganları – 19

BÖLÜM XII

GÖZE Mİ GELDİM SEN Mİ UNUTTUN
GELMİYORSUN AH
ÖYLE KARANLIK GECE Kİ RUHUM OLMUYOR SABAH
Osman Nihat Akın

1826 senesinin nisan sonlarında Bahriye Nezareti’nden gelen yazıda on gün sonra Sırp prensinin Tersane-i Amire’yi ziyaret edeceği bildirilerek gerekli hazırlıkların yapılması isteniyordu. İş yine Şefik Paşa’ya düşmüştü. Böyle ziyaretlerde yabancı milletlerin önünde küçük düşmemek için her türlü ihtimam gösterilirdi. Şefik gibi pimpirikli biri için kâbus dolu günler başlıyordu. Selamet ve Mehmet adamcağızın önünde arkasında koşturuyor, artık huyunu suyunu iyice ezber ettikleri için, onun uyarmasına gerek kalmadan gereğini yapıyor, yüreğine su serpiyorlardı. Sümbül gitti gideli karşılama merasimleri ve diğer teşrifat işlerinde Sümbül’ün başyardımcısı ile çalışıyordu. Şemsettin Efendi de Sümbül’ü aratmıyordu doğrusu. O da tıpkı Sümbül gibi Mehmet’e ölüp bitiyordu ya, uzun adamın o taraklarda bezi olmadığını anlayalı beridir, aralarındaki saygıya dayalı seviyeli ilişkiyi bozmamaya gayret ediyordu.

Ziyarete gelecek olan yabancı heyet bilhassa baruthane, haddehane ve marangozhane ile ilgili malumat almak istiyordu. Şefik Bey bu binaların tarihi geçmişini, mevcudun sayısını, senelik iş yükü, mevsimsel faaliyet değişikliklerine dair malumatı durmaksızın tekrarlayarak odasında ezber edip duruyordu. Şefik duvarlara baka baka ezber ededursun, Mehmet dışardaki işlerine devam ediyordu. Gezilecek binaları Arap sabunu ile defalarca yıkattırmıştı. Alet edevatı temizletip metal aksamını pırıl pırıl ovdurtmuş, amelelerle ustaların kıyafetlerinin temiz tutulması için ustabaşılar ile ayrı ayrı konuşmuştu. Mehmet görev şuuruyla hareket ederken çok acımasız olabiliyor, karşısındakilerin hudutlarını zorladığının  farkına varmadan sürekli olarak emir yağdırıyordu. Selamet onun bu çocuksu hallerini bıyık altından gülerek takip ediyor, şimdilik ses etmiyordu.

İçinden, “hâlbuki bizim millete iş yaptırmak için yumuşak başlı olmak gerekir. Okşaya okşaya yanaştın mı, koyun bile boynunu meleye meleye teslim eder kasap bıçağına. Seninki gibi zorlaya zorlaya güdersen, o sürü bir süre senin ardından gelir de bir boş anını yakalamaya görsün, başını alıp gitmesi bir olur; sonra ağlar oturursun,” diye geçiriyordu.
******

Şefik Paşa odasında saatlerdir ezberini yapıyor, ara sıra uğrayan iki çavuşunun verdiği malumatla keyifleniyordu. Dilaver Paşa’yla samimiyetleri iyice ilerlemişti; Müveddet’le korulukta küçük yürüyüşler yapmalarına göz yumuluyordu. Bu, her tarafından neşe fışkıran, haylaz görünümlü genç kız onun aklını başından alıyordu. Korudaki yürüyüşler sırasında Avrupalı kadınlar ve oralardaki hayat tarzı hakkında sahip olduğu derin fikir, Şefik’te hayret ve hayranlık uyandırıyordu. Kızın kendisinden hoşlandığının elbette farkındaydı. Lakin Şefik mahcup tabiatlı bir adamdı. Birkaç kere kazaen de olsa elleri birbirine temas etmiş, kızın sakin kalarak tatlı tatlı gülümsemesi karşısında heyecana kapılıp elini çekmek mecburiyetinde kalmıştı. Fakat son görüşmelerinde olanlara hala inanamıyordu.

Dönmeye yakın, akşam serinliği çıkmıştı. Müveddet, kendini usulca Şefik’in omuzlarına bırakıp yürümeye başlayınca vücutları arasında ince bir tül gibi kalan hava boşluğuna rağmen genç kızın tenini teninde hissedecek hale gelmişti. Az ilerdeki kalın gövdeli ağacın altına geldiklerinde aniden durarak kızın alev alev yanan gözlerine dik dik bakıp solumaya başladı.  Şefik kızı oracıkta kavrayıp yere uzanmak için neler vermezdi ki… Ellerini sımsıkı yakalayıp minik öpücüklere boğdu.
“Geç kaldık sultanım, annenizin dilinden kurtulamayız sonra,” dedi.

Kız fettan fettan gülümsüyordu:
“Şimdi geç kalmaktan değil, asıl yarın erken gelmezseniz olacaklardan korkun beyefendi,” diyerek muzip muzip gülümsedi. Şefik şimdi yere basmadan yürüyor, bulutların üzerinden seyrediyordu İstanbul’u.

Birden sarsılarak uyandı; az önce düşlediği hülyadan şimdiki zamana döndü. Kapının önünde bir patırtı duydu. Birazdan Selamet kapıyı vurup girdi:
“Komutan hazretleri, ziyaretçiler için iki çifte kürekli kayık hazırlattım. Kifayet eder mi diye tereddüde düştük. Ne emredersiniz?”

Şefik hemen hesapladı. Misafirlerle, onlara refakat edecek zabitleri de hesaba katınca bu sayının yetmeyeceği aşikârdı.
“Evladım, siz bir kayık daha hazırlatın. Kabul sırasında kürekçiler hazırda beklesin. Hepsini sığdıramazsak üçüncü kayığı kullanırız.”
Selamet selam çakıp çıktı.
******

Büyük gün gelip çatmış, öğlen namazından sonra misafirler kara tarafındaki büyük nizamiye kapısından girerek Kaptan-ı Derya Sarı Süleyman Paşa’nın huzuruna kabul edilmişlerdi. Selamet, bütün hazırlıkları tamamlamış olmanın rahatlığıyla Mehmet’e olur olmaz şakalar yapıyordu. Doğruca iskeleye yönelen kafilenin başında Sarı Süleyman Paşa vardı. Her üç kayığa da eşit miktarda yolcu alınmıştı. Kıyıdan uzaklaşalı henüz on ya da on beş arşın olmuştu ki, en kalabalık olan, öndeki kayıkta garip bir yalpalanma oldu. Süleyman Paşa durumu fark ederek kıyıdakilere doğru bağırmaya başladı:
” Eyvah ki eyvah yiğitlerim! Kayık su almaya başladı. Aman yetişin! Rezil olduk kefereye!”

Şefik Paşa da onun arkasında durmuş, yanı başındaki prensin korku dolu bakışları karşısında olan bitene bir anlam veremeden çaresiz gözlerle etrafına bakınıyordu. Birazdan diğer iki kayık da seviye kaybedip yavaş yavaş suya gömülmeye başladı. Durum ciddiydi. Müdahale edilmezse facia yakındı. Yüzme bilmeyenler de düşünüldüğünde vaziyet felaketti. Sarı Süleyman herkesten çok bağırıyordu:

”Ulan yetişin Müslümanlar, ulan ben öldüm ulaan! Yüzme bilmiyorum Şefik Paşa, ne yaparım ben ya rabbim, kurtarın yiğitlerim!” diye naralar atıyor, kıyıdakilerden yardım dileniyordu.

Kürekçiler, kayığı kıyıya doğru çevirip yaklaşmaya çabalasa da kayığın içinde sular iyice yükselmişti. Prens ve yanındakiler çoktan suya atlamış, şapır şupur kulaç atarak kıyıya doğru yüzüyorlardı. Sarı Süleyman ve birkaç sadık adamından başka kimse kalmamıştı kayıkta. Şefik yüzme biliyordu bilmesine de bu durumdayken Sarı Süleyman’ı terk edemezdi. Onu sakinleştirmeye çalışırken başını gayri ihtiyari kıyıdan yana çevirmişti ki küçük bir filikayla Hızır gibi gelmekte olan Mehmet ve Selamet’i gördü. Birkaç saniye sonra yetiştiler. Tam on kişiyi alarak kıyıya taşıdılar. Misafirler çoktan yüzerek çıkmışlardı sahile. Ölmekten kurtulunca rahatlayan Süleyman Paşa, şimdi bas bas bağırarak Şefik Paşa ve yardımcılarına ağza alınmayacak hakaretler ediyordu. Misafirler derhal divanhaneye alınarak kıyafetleri değiştirildi. Hemen hamam hazırlatıldı. Hususi tütsülerle ve kokularla hazırlanan göbektaşına alınan misafirlere Türk hamamında yıkanmanın bütün teferruatları bir bir sergilenerek tatsız hadise unutturulmaya çalışıldı. Kaptan Paşa’nın ısrarları neticesinde Prens Hazretleri Pera’nın en meşhur lokantasında akşam ziyafetine katılmayı kabul edince herkesin keyfi yerine geldi.

Fakat bu hadise devlet katında unutulmadı.  Misafirlerin yolcu edilmesinin hemen ardından geniş bir tahkikat başlatıldı. Kayıkları, battıkları yerden gavtabazlar çıkardı. Üç kayığın da tabanında muhtelif ebatlarda delikler açılmıştı. Belli ki; bu bir suikastti. Şefik Paşa tahkikatı bizzat yaptığı halde fail ya da faillere ulaşamamıştı. Kayıkların başına nöbetçi koymadığı için tersanenin nöbetçi zabiti başka yere sürgün edildi. Sarı Süleyman Paşa bütün bu olanlardan mesul kabul edilip azledilerek yerine Dilaver Paşa tayin edildi. Şefik Paşa için hiçbir isnatta bulunulmadı. Dilaver Paşa kendisine görev tevdi edilmesini takip eden günün sabahında makamına yerleşti. Şefik Paşa artık hem kethüda hem de kaptan-ı deryanın başyardımcısı olmuştu. Yeni vazifesi için odasına yerleşir yerleşmez iki rekât şükür namazı kıldı. Rahmetli babasının bulutların üzerinde bir yerlerden kendisini seyrettiğinden emindi.

 -SÜRECEK-

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler