Haliç Bezirganları – 9

Bu son nargileyi aldıkları eskici, malının değerini abartmak için saatlerce dil dökmüştü. Güya nargilenin ilk sahibi Ortaköy’de yaşayan İranlı bir tüccarmış da, hakkın rahmetine kavuşunca merhumun zevcesinden satın almışmış. Nargile deyip de geçmeyin diye sürdürmüştü malını methetmeyi. Önce şişedeki porselenin Kütahya işi olduğunu anlatmış, sonra da şişenin sathına parmaklarıyla tıklatarak çıkan sesin tınısını dinletmişti. Kendinden emin satıcıların tok sesini taklit ederek,“ Kâse -i fağfur derler buna civanlarım. Ancak ve ancak en has seramikten duyarsınız bu sesi,“ diye de üzerine bastırarak övünmüştü. Sonra marpucunun dibinden tutarak üzerine sarılı Türk kilimi motifleri işlenmiş kumaşı hafifçe sıyırıp altındaki derinin halis muhlis Karaman koyunundan olduğuna yeminler etmişti. Uzun Mehmet hayretler içinde, altı üstü bir nargile diye baktığı nesnenin vasıflarını usta bir orta oyuncusu gibi anlatan adamı ağzı açık dinliyordu. Selamet de heyecanlanmıştı. Nargilenin kalitesini duydukça alt dudağı kendiliğinden titriyor, ağzının kenarından akmaya başlayan salya giderek görülür hale geliyordu. Yaşlı adam onların dikkat kesilen bakışlarındaki saflığı görünce kendinden daha emin devam etti konuşmasına:
“ Bakın yiğitlerim, şu sipsinin zarafetine yakından bakın Allah aşkına. Kehribarının nefasetine, inceliğine bakın bir. Bu ağızlığı ‘keçi memesi ‘ diye tarif ederler. Bakın, bakın iyice. Gördünüz mü? Çavuşüzümü biçiminde ortaya doğru kalınlaşıp tekrar nasıl inceliyor mübarek. Böyle nadide kehribarlar kullandıkça kırmızılaşır. Nitekim bu da öyle olmuş. Bu sipsiyle dudaklarınızı temas ettirdiğiniz an soluğunuza o enfes tömbekiden gelen rayiha karışacaktır. Tömbekinin iyisini Hatay’ın Samandağ’ından getiren tüccarlar da azaldı bu kışta kıyamette. Lakin biraz paraya kıyarsanız onu da temin ederim evvel Allah’ın izniyle. Gençler pek bilmez ama sizi sevdim, o yüzden bu sırrı vereceğim size. Bu tömbeki tütününün bir hası da Konya’nın Hadim kazasından getirilir ki, onu da Aksaray’daki Valide-i Atik Camii’nin arka sokağında kurulan küçük pazarda her daim bulabilirsiniz. Tabii denk getirir de tömbekinin tam orta yerine bir kaç dal kenevir yaprağı da salarsanız bir başka âlemin kapısından geçiverirsiniz tastamam, ehehe! Ne diyordum kardeşler, bu nargilenin şu lülesi var ya şu lülesi…”
Lafı yarıda keserek müşterinin alakasının dağılıp dağılmadığını kontrol etti. Selamet lüleye bakarken mest olmuş, az kalsın,“Yoksa o da altından mı imal edilmiş ustacığım!” diye atlayacakmış gibi kımıldatıyordu dudaklarını.
“… Ha işte o lüle yekpare gümüşten mamuldür yiğitlerlerim. Bunu yaptıran tüccar o vakitler dediği dedik, çaldığı düdük bir pehlivanmış. Ne çare ki genç yaşta kalbine yenik düşüp dünya değiştirince, nargilesi de öksüz kalmış. Zaten bu nargile belası bize Acemlerden bulaşmıştır ya, iyi de olmuştur bir taraftan. Neyse, kahpe dünya dönmeye devam ediyor değil mi, kısmet sizin gibi yakışıklılarınmış demek ki. Sizi çok sevdim, bugün de siftahım sizden olsun. Verin beş kayme, varın hayrını görün, “ diyerek kestirip attı yaşlı kurt.
Sonra da kendinden emin bir tavırla arkasını dönüp raftaki öteberiyle uğraşıyor gibi yapıp cevabı beklemeye başladı. Selamet bir nargileye, bir Mehmet’in ablak suratına bakıyor, pazarlık için süreceği peyi kararlaştırmaya çalışıyordu. Neden sonra,
“İki kayme, yalnız iki kaymem var usta. Daha da canımı alsan fazlasını bulamazsın. Gel sevabı sende kalsın anlaşalım,” deyip nargilenin marpucuna sarılacak oldu.
Yaşlı adam suratını ekşitti:
” Yahu gençler ben de sizi alıcısınız sanıp güzelce anlattım bu cihan padişahlarına layık eserin hususiyetlerini. Madem bakıcıydınız, neden dilindeki tüyleri tükettirdiniz bu yaşlı amcanızın a beylerim, a benim padişahımın akıllı bahriyelileri,” diye serzenişte bulundu. Sonra acımış gibi yapıp devam etti:
“ Eh madem canımı almaya kavli karar eylediniz, kahraman askerime inanmayıp da ne yapacağım, verdim gitti dört kaymeye.”
Selamet pazarlığın uzamasına sevindi. Böyle inatçı ihtiyarlardan ne kuzular, ne davarlar kapatmıştı vaktiyle. İpleri eline almanın güveniyle diretti:
“ A benim aksakallı dedem, gözümün nuru. Sen satma canın sağ olsun; zaten koca nargileyi tersaneye gizlice sokmak zor olacaktı. Amma satsaydın halamın oğlunun evinde saklar, yanına gittikçe içip senin de babana, atana rahmet okuyup dua ederdim. Olsun ne yapalım, cebimizdeki taş attığımız kuşa değmedi der geçeriz. Hadi kal sağlıcakla dedem.”
Mehmet, iki usta pazarlıkçıyı keyifle seyrediyordu. Birazdan birinden biri pes edecekti. Yaşlı adam bir nargileye, bir Selamet’in uğursuz suratına bakıyor, doğru söyleyip söylemediğini anlayamadıkça öfkeleniyordu. Nargileyi daha geçen hafta bir kaymeye yalvara yakara almıştı çingene karısının elinden. Çaldıkları malları hep ona getirirdi civardaki bohçacı kadınlar. Çetin ceviz çıkmıştı arşısındaki kara kuru oğlan. Baktı ki Selamet’in ayakları geri geri gitmeye başlıyor, hemen çark edip teslim oldu:
“De hadi, hayrını gör gavur dölü. Ekmeğimi taşa çaldınız ya olsun, bugünlük de böyle olsun. Koca Allah rızkımızı sonra verir hayırlısıyla.”
Selamet, Mehmet’e dönüp muzaffer bir komutan gibi sırıttı. Mehmet, ’sabrın sonu selamettir’ sözündeki selametin bu Selamet olabileceğini düşünüp gülümsedi. Atasözünü yanlış anlamış olsa da Selamet’in sabrından emindi Mehmet.


BÖLÜM VII

BİR İÇİM BİR DENİZ ÇEKİLİYOR
KALK KIYMETLİM DAR VAKİT ERİYOR
Sezen Aksu

Şefik Bey, görevi devraldıktan sonraki iki ay boyunca eski defterleri tetkik ettirdi. Bu iş için daha önce halefi Kethüda Cevat Paşa’nın yanında çalışan sivil memurlara itimat etmediğinden, onların yerine eskiden harbiye nezaretinde çalıştığı senelerden tanıdığı iki güvenilir yahudiyi getirmişti. Bu adamlar hesap kitap işlerinde pek mahirdi. Dolandırıcılığın kokusunu alma maharetleri vardı. Önüne gelen rapor iç karartıcıydı. Devletin kasası da, Kaptan Paşa’nın şahsi serveti de usul usul ama istikrarlı bir şekilde soyulmuştu. Yapılan harcamalar rayicin çok üzerinde gösterilerek faturalandırılmış, karşılığında yapılan küçük tenzilatlarla fahiş fiyatlar örtbas edilmeye çalışılmıştı. Kethüda efendi bu tezgâhın bizatihi tertipleyicisiydi. Yüz liralık faturayı kendi şahsi gayreti ile yetmiş liraya indirtmiş gösteriyor, oysa alınan malın gerçek değerinin otuz lirayı geçmeyeceğini Kaptan Paşa bilmediği, bilemeyeceği için adamlar bildikleri gibi at oynatıyorlardı.
Şefik, daha ilk haftanın sonunda manevi olarak yıkılmış, memlekete duyduğu son itimat kırıntısını da yitirmişti. Bunu Kaptan Paşa ile paylaşmayı düşünüyordu. Bir akşam vakti yine böyle dalgın dalgın düşünüp dururken odanın kapısı vuruldu. Gel demesiyle Mehmet ve Selamet içeri girdiler. Onları sıkıntılı bir yüzle karşılayıp karşısındaki koltuklara oturttu:
“Hayrola yiğitler, bir sıkıntınız mı var, suratlarınızdan düşen bin parça!”
Mehmet aldı sözü:
”Komutanım, yeni vazifenizi ifa etmeye başlayalı beri, sizi giderek daha düşünceli, daha bedbaht görmeye başladık. Bundan ziyadesiyle müteessiriz. Lütfedip bizimle de paylaşsanız derdinizi. Bunu sizden neferleriniz olarak değil, her zaman dediğiniz gibi evlatlarınız olarak istirham ediyoruz. Selamet sen de bir şeyler söylesene,“
Selamet dudaklarını farkında olmadan yalayarak Mehmet’in bıraktığı yerden oya gibi işledi:
“ Komutanım, sizin sandalınız yan yatarsa bilin ki bizim kalyonlarımız alabora olur, siz üşürseniz biz donarız, siz terlerseniz biz kavruluruz. Onun için Mehmet kardeşim doğru der, böyle dertlenip de derdinizi pay etmek dururken hep kendinize eziyet ederseniz, korkarım tez zamanda yatağa düşer, bu kutsal vazifeyi icrada takatsiz kalırsınız. Hani olur ya, belki bizim de yarım aklımızın faydası olur dedik, o yüzden sormaya geldik komutanım.”
Bu iki saf ve temiz delikanlıyı en sadık adamları olarak seçip yanına almakla ne kadar isabetli bir karar verdiğini düşünerek kendisiyle gurur duydu. Gösterdikleri hassasiyetten çok memnun olmuştu:
“ Yiğitlerim, derdim tasam kendim için değil, padişahımız hazretlerinin itimat ederek teslim ettiği servetinin çarçur edilmesi, dahası ite köpeğe peşkeş çekilmesini gördüğüm içindir,”
Olan biteni çarçabuk anlatmaya başladı. Anlattıkça, boğazını mengene gibi sıkan ağırlığın giderek hafiflediğini hayretle hissediyor, rahatladıkça gülümsemeye başlıyordu. En son olarak Kaptan Paşa’ya durumu anlatma kararından bahsetti. Selamet duyduklarına hiç şaşırmamıştı. Mehmet ağzı açık dinlerken o planını çoktan yapmıştı bile. Şefik Bey’in gözlerinin içine bakarak dik dik konuştu:
“Komutanım şimdi geçmişle hesaplaşma vakti değildir. Vakit, iş çıkarma vaktidir. Şimdiye kadar yapılan harcamaların ne kadar lüzumsuz olduğunu göstererek işe başlamalısınız. Evvela alışveriş yapılan eski esnaf ve tedarikçilerin yerine namus erbabı olan yenileri getirilerek işe başlanmalıdır. Rüşvet ve iltimasın önüne geçmek için bizzat sizin itimat ettiğiniz adamlar vazifelendirilmelidir. Harcamalar için ödenen miktarları bir zaman sonra mukayeseli listeler halinde Kaptan Paşa’ya takdim ettiğinizde emin olun ki konuşmanıza dahi gerek kalmayacaktır. Böylece kimsenin günahını almadan, meselenin hallini temin ederek Kaptan Paşa hazretlerinin de saltanat makamı nezdinde itibarının artmasına vesile olacaksınız. Kendi paracıkları da kurtulacağı için adamcağızın fazladan neşelenmesine de vesile olacaksınız.”
Şefik onu dinlerken cahil bir erle değil de, medrese eğitiminden geçmiş biriyle konuşuyormuş hissine kapılmıştı. Bunu neden kendisinin düşünemediğine hayıflandı önce. Sonra bu zeki adamın planını bir an önce hayata geçirmek için aceleyle,
”Hay aklınla bin yaşa Selamet oğlum, hemen itimat edebileceğimiz adamları bulmaya bakalım. Bir taşla iki kuş vurmak diye buna derim ben. Hem kaptan paşa sevinecek hem de bizim yüzümüz gülecek desenize.”
Selamet bıyık altından gülerek, içinden, ‘Tabii tabii, en çok bizim yüzümüz gülecek kumandan, en çok bizim’ diye geçirdi. Şefik bey bütün tedarikçileri dolaşıp, itimat edilebilecek tüccarlar bulmak üzere on kişi vazifelendirmişti. Mühim ve pahalı mamuller yalnızca ithalatçılardan temin edilebiliyordu. O sebeple bu şirketlerle yapılacak görüşmeleri bizzat kendisi yapacaktı. Marangozhane ve terzihane masrafları gibi daha az yekûn tutan alışverişleri ise bu ekibe teslim etti. Günlük gıda ve temizlik malzemeleri temini içinse Mehmet ve Selamet’ten başkasına itimat edemezdi elbette.

-SÜRECEK –

 

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler