Kırmızı Şapkalı Kız Belgrad Ormanlarında

Fahriye, her sabah aynı işkenceye maruz kalmaktan nefret ediyordu. Annesi yine erkenden kalkıp, evlere temizliğe gitmişti. Mutfak tezgâhının üzerinde kbirli bir kont gibi kurulup, Fahriye’nin gelmesini bekleyen küstah lahanaya nefretle baktı.

“Kaşınma ulan, kaşınma! Birazdan dilim dilim edeceğim seni. Her lahana bir gün bıçağımın tadına bakacak, nihahaha!“ diye günün en anlamsız narasını attı.

Lahana, ona yapraklarını daha da kabartarak yanıt verdi. Fahriye, Son zamanlarda antidepresanlarını aksatıyordu. Bıçağı hunharca biledikten sonra lahanaya girişti. Bir saat geçmeden kapuska pişmiş, babaannesine götürülmek üzere hazır olmuştu. Çoktandır otomatiğe bağladığı yolculuk hazırlıklarını on beş dakikada tamamladı.

Antredeki düğmeyi çevirdi fakat altmış mumluk gün ışığı ampul yanmadı. Portmantonun kapağını el yordamıyla bulup açtıktan sonra, yine el yordamıyla bulduğu kırmızı şapkasını kafasına geçirip, sırları dökülmeye yüz tutmuş ucuz aynada kendini seyretti. Kırmızı şapkanın altında yeşil pelerin, onun altında da patlıcan moru pabuçlar! Uzun konçlu pabuçları olmasa sarı çorapları da görünecek, bakkalın aptal çırağı Muhittin’e iyice rezil olacaktı.

“Oh, iyi ki pabuçlarım yüksek konçlu!”

Bir önceki kadar anlamsız başka bir cümle daha mırıldanıp mutlulukla gülümsedi. Fahriye, aldığı haplar sayesinde çakma Polyanna’ya dönüştüğünden habersiz, ‘lay, lay, lala laylom’ gibi kulağa anlamlı gelmeyen sesler çıkararak evden ayrıldı.
Sol koluna taktığı sepeti umarsızca ve ahmakça sallayarak yürüyordu. Bakkalın önüne ulaştığında Muhittin’i her zamanki gibi dükkânın önüne postu sermiş, güneşlenirken buldu. Sersem oğlan, Fahriye’yi görünce kaykıldığı sandalyeden doğrulup seslendi:

“ Ooo, nereye böyle kırmızı başlıklı kız! “

Fahriye sinirlenmemeye çalışsa da sinirlendi:
“ Muhittin bey, Muhittin bey! Bilmem ki hangi yanlışınızı düzelteyim. Ya da hiç umursamayıp yürümeye devam mı edeyim? Büyük bir dilemma, dipsiz bir kaos! Tanrım ne yapmalıyım? Dur bakalım! Tamam, karar verdim. Bugün benim için önemsiz ama mahallem için büyük bir adım atmalıyım. Tane tane açıklıyorum Muhittin! Öncelikle benim adım Fahriye! Tamam mı ulan kıl kurdu? My name is Fahriye! Kırmızı başlık tam olarak beni tanımlayan bir nesne değil, anladın mı?”
Sonra ablak suratında herhangi bir değişim olmuş mu diye gözlerini çırağa dikip inceledi. Olmamıştı. Söylevine kaldığı yerden devam etti:
“İkincisi; Nereye gittiğimi gayet iyi bildiğin halde neden ısrarla soruyorsun? Ya embesilsin, ya da iki gün içinde beyninde hızla ilerleyen ciddi bir tümör gelişti ve şu an hafıza sorunu yaşıyorsun. Elbette babaanneme gidiyorum.” Sözlerinin yaptığı etkiyi dedektif bakışlarıyla inceledi. Değişiklik olmamıştı. Muhittin’in çenesinden aptallık salyaları süzülüyordu:
“ Üçüncü olarak; az önce dükkâna giren iki köpek ve bir kedi, şu anda sucuk ve salam gibi şarküteri ürünlerini sergilediğiniz raflarda fink atıyor.”

Muhittin sandalyeden düşüp toz toprak içinde kaldı. O koşarak dükkâna girerken Fahriye, ‘lay, lay, laylaylom’ şeklindeki tuhaf sesler çıkarmaya devam edip, bir yandan da sekerek yürüyordu. Güneş yükseldikçe içini ısıtıyordu.
******

Şoför Hakkı amca mübarek bir insan olmasaydı, onu kimseler almazdı minibüsüne. Kapuska ve kelek turşusunun bir araya gelmesiyle oluşan yakıcı koku, aracın içinde sarin gazı etkisi yapıyordu. Yolcular, Fahriye bindikten sonraki ilk durakta inmek zorunda kalıyordu. Böylece Hakkı amca son durağa gelene kadar beklediğinin beş katı müşteri alabiliyordu. Hakkı Amca Fahriye’yi çok seviyordu. Minibüsten son durakta indi.
Biraz yürüdükten sonra üçüncü köprünün çıkışından sola saparak ormana daldı. Damperli kamyonların dev lastiklerinin çamurda bıraktığı izleri takip ederek makiliğe ulaştı. Yol boyunca babaannesini düşündü. Yaşlı kadının neden böyle talihsiz bir evlilik yaptığına bir türlü anlam veremiyordu.

Dedesi olacak Suphi Efendi’yi hiç görmemişti. Bu kadar uzağa ev yaptığına göre ya çok çirkin bir adamdı, ya da toplumdan kaçması için geçerli bir nedeni vardı.

“Dedem at hırsızı olabilir mi acaba?” diye düşündü.
Babaannesi atlardan hiç söz etmemişti. Babaannesinin çirkin suratını aklına getirince dedesine hak verir gibi oluyordu. Bu kadar sevimsiz bir kadınla evlenmiş olabilmesine saygı duyuyordu. Ama kadını koluna takıp birlikte sokağa çıkacak kadar da özgüvenli olmaması gayet normaldi. Dedesine hak verdi. Annesi yıllar önce sudan bir bahane uydurarak yaşlı kadınla kavga etmiş ve yollarını ayırmıştı. Gel zaman git zaman yaşlı kadını mahalleye de sokmamış, bayramlarda Fahriye’yi ormandaki kulübenin köşesine kadar getirip bırakarak kaçmış, böylece nine- torun ilişkisinin giderek pekişmesini sağlamıştı. Fahriye’nin anasının ta eski kuşaklardan beri aktarılarak gelen bir özelliğiydi bu tavır. Kaynana sevmeme genleri taşıyordu.

… SÜRECEK …

Yazarın Diğer Yazıları
deneme bonusu veren siteler yeniokul.net casino deneme bonusu veren siteler