Page 82 - Hekimce Bakış Dergisi 103. Sayı
P. 82

Uzaklaşıyor dediyse, öyle ağır   Yıl on iki ay sırtından indirmediği   eti yemenin hayalini kuran                         çok güvendiği kanatlarının her   yanlışı yoktu bu bir nal sesiydi   adımını attığını gördü oğlunun,
               ağır çeviriyor sandalyesinin    postuyla, akşama doğru karşı    sesi yıkıntıdan beter çıkınca                             seferinde nasıl da boşa çıktığını   tastamam. Önce yattığı odanın,   babasına hevesle bir şeyler
               tekerleklerini. Ayaklarına değil   tepenin sırtlarında görünür oldu   adamcağızın, döşemeden                              seyretti dalgın dalgın. O da    ardından da holün ışığını yakıp,   anlatıp duruyordu üstelik. Adı
               de kollarının gücüne yaslıyor   çoban. Sabahları nasıl ki güneş   çatıdan bahsedip de hepten                              eninde sonunda anlayacak        dış kapının kilidine uzandı. Uykulu   Bulut olsun dediğini duydu
               bedeninin ağırlığını. Gıcırdayan   uzatır kafasını bu tepeden varır   canını sıkmaya gönlü el vermedi                     çırpınmanın faydasız olduğunu,   hali, dokunduğu her şeye bir   Döne. Ona kalsa Duman koyardı
               döşemelerin sesi, her ikisi için   gelir bu avluya, akşamları da   Döne’nin. O da bir garip çoban                         her neyin içine düşmüşse        acemilik kattı, diğerlerini de   ya. Duman, ateşin söneceğine
               de sesten daha fazlası oluyor   otuz koyunuyla birlikte çobanıdır   nihayetinde, elinden daha                             kabullenecek yazgısını. Asıl    kaldırdı uykularından. Hemen    işaretti. Konuşmalarına kulak
               böyle zamanlarda. Kaç kez       beklediği. Önce ufuk çizgisi gibi   fazlası gelmez dedi de, vazgeçti                      mesele yakalanmamakta,          sonra bütün aile, avludan       vermeye devam etti, oğlunun
               söyledi çobana, değiştirelim şu   belirsizdir varlığı, yaklaştıkça   söyleyeceklerinden. Yoksulluk,                       yakalandıktan sonra kanat       yarım basamakla ayrılan eşiğin   Bulut’a binmek istediğini
               döşemeleri, böyle kuyruğuna     ete kemiğe bürünür. O gün onu   insana atalarından kalan tek                              çırpsan ne dönüp dursan ne.     üzerinde, uykudan şişmiş        duyduğu an, koşup itiraz edecek
               teneke bağlanmış kediler gibi evin   öyle, başı önüne düşmüş görünce   gerçek miras, bilmez mi Döne,                      Köy yerinde akşamlar, gündüzle   gözler ve esnemekten yorulmuş   oldu. Vazgeçti sonra. Bunca
               içinde oradan oraya gezinmesin   anladı bir aksilik olduğunu Döne.   istesen de reddedemezsin.                            geceyi birbirine bağlayan birer   ağızlarla, taş avluda toplandı.  zaman sonra bir şeye olsun
               yavrum diye. Belki de sırf bu   Koca adam sırtındaki postun     Döşemenin gıcırtısını, damın                              ilmek gibidir. Sen çözmeye      Karşılarında bulut rengi bir yılkı   heveslendiğini görmüştü ya
               yüzden, durduğu yeri böyle      içinde büzüldükçe büzülmüş,     şıpırtısını bir kenara bırakıp,                           çalıştıkça o daha da sıkılaşır.   atı buldular. Ay ışığının, yanı   oğlunun, aylar sonra ilk kez şu
               sahiplenişi.                    sanırsın sürüsünün içindeki     akşam yemeğini hazırlamaya                                Düğüm olur el değdikçe, eninde   başına düşürdüğü gölgesi onu   kurbağalı dereyi bile bastırmıştı
                                               maraz koyunlardan biri olmuş.                                                                                                                             ya sesi.
               Çok değil iki yıl önce, davul                                   koyuldu Döne. Hep birlikte                                sonunda kaldırıp koyarsın bir   olduğundan daha koyu, rüzgârla
               zurna eşliğinde bu avludan      Kendi diyeceklerini unutup      toplandılar bir masanın                                   köşeye, daha fazla uğraşmazsın   birlikte hafif hafif kımıldayan   Zaman eskisi bir eyer bulup
               oynayarak uğurlamıştı askere    çare yok bir kez daha onun      etrafında. Şehirliler gibi                                çözülsün diye. Köpek            beyaz tüyleriyse daha açık      attılar hayvanın sırtına,
               kınalı kuzusunu, sessiz sedasız   anlatacaklarına kulak verdi.   sandalyelere oturup, kendi                               havlamaları, çakal ulumaları,   gösterdi. Durup durup göğe      çenesinden boynuna uzanan bir
               bir sandalyenin üzerinde        Koyunlardan biri, iki dirhem    önlerindeki tabaklara kaşık                               baykuş uğultuları arasında      kaldırdığı başı, tam olarak bir   yular geçirdiler, toynaklarına
               döndüğünden beri yüzü yerden    çınar yaprağına tamah edip      salladılar. Konuşacak neleri                              uykunun gelip seni almasını, alıp   itiraz mı yoksa kabul mü ayırt   gümüşi rengi bir nal çaktılar.
               kalkmadı yavrusunun. Onu o      de uçurumun kenarına kadar      kalmışsa bir sofranın başında,                            da sabaha çıkarmasını beklersin.   edemediler. Sağ ön ayağıyla yeri   Babasının kendisine verdiği
               gün otobüse binerken havalara   gitmeseymiş eğer, tüm bunlar da   onu arayıp bulmaya çalıştılar.                          İşte o akşam da öyle oldu. Bir   eşeledikçe, taş avluya çarpan   destekle yukarı doğru uzandı
               atanlar, geri döndüğünde        yaşanmazmış. Bu hayvanlarda     Bazen fazladan bir kelime                                 düğümü daha alıp, el birliğiyle   toynaklarından çıkan sesler göğü   Rüzgâr, yerleştirdi kendini
               el uzatıp da tutmadığından      akıl olsa koyun gibi güdülürler   Dumanlı Dağı’nın ardı kadar                             kaldırıp koydular bir köşeye.   deldi sanki. En çok da hayvanın   Bulut’un sırtına. İki yana sarkıttığı
               beri böyle oğulcuğu. Doğup      miymiş hiç? Köpekler havlayıp da   uzak oldu. Yemek boyunca,                              Yatıp uyudular.                 yıkık bakışları ele verdi yılkılığını.   bacaklarıyla bir kuklayı andırdı
               büyüdüğü bu yerlerin, yedi kat   ortalığı ayağa kaldırmasaymış   kaşığın bakır çanağa sürtünen                            Gecenin kör bir vakti,          Suratına büyük gelen gözleri,   varlığı. Yol boyunca, gövdesinden
               yabancısı şimdilerde. Şu dere   yine de haberi olmazmış ya.     sesinin tınısında, kendi iç                               dışarılardan gelen bir ses,     gözlerinin içinde kaybolup giden   bihaber bacakları sallanıp durdu
               boyundaki ceviz ağacının kökleri   Akşam ağıla sokarken ancak fark   seslerini arayıp durdular. Çoban,                    uykusundan kaldırdı Döne’yi.    bakışları vardı. Uzak bozkırların   hayvanın sağrısında. Rüzgâr’ın
               ne ki onun yanında, sessizliği   edebilirmiş yokluğunu. Koşup   uçurumdan aşağı yuvarlanan                                Saçaklardan damlayan tıpırtılara   ayazı inmemişti daha sırtından.   sürdüğü yerlere gitti Bulut. Kâh
               ne ki. Ceviz ağacı bile küçücük   yetişebilseymiş bıçağı çalacakmış   koyunu can vermeden yetişip                         kulak verecek oldu. Yok. Derenin   Tanrı misafiridir deyip, ardına   ovanın düzüne, kâh dağların
               bir esintiyi bahane eder de     boynuna ama nerdee. Kolay       çaldı bıçağı boğazına, bir çırpıda                        çağlayan sesini dinleştirecek   kadar açtılar ağılın kapısını,   eteklerine. Arkalarında bir toz
               kendine, hışırdatır yapraklarını,   mıymış öyle dik kayalıklardan   ayırıverdi etini kemiğinden.                          oldu. O da yok. Postal sesi mi   koyun kokusuna bir de at kokusu   bulutu bırakarak uzaklaştılar
               koca dünyaya duyurur sesini.    aşağı bir can çıkımı sürede     Oğlan, asker dönüşü kendi                                 diye geçirdi içinden. Değil. Öyle   eklendi o gece. Sabah ola hayır   köyden. Ardı sıra onları
               Ya onun Rüzgâr’ı. Yeşilköy’ün   inmesi. Koyunun uçurumdan       düğününde kollarını kartal gibi                           olsa tanırdı, o gece de tanırdı   ola deyip, yarım bıraktıkları   seyretti Döne, ana yüreği bu,
               ustaları sanırsın Kartal Kayası’nın   yuvarlanması değilmiş asıl   iki yana açıp, ayaklarını davulun                      şimdi olsa şimdi de tanır. Ya   uykularına geri döndüler.       her seferinde koşup yetişti
               taşlarını üst üste koymuşlar    canını sıkan, o Allah’tanmış hâşâ   ritmine vura vura oynadı taş                          neydi onu uykusundan eden,       Döne her gün olduğu gibi,      peşlerinden. Kul sıkışmadan Hızır
               da oğul diye bırakmışlar ona.   karşı çıkacak hali yokmuş da,   avluda. Ya Döne, ya onun içinde                           gecenin bir vakti ayağa diken bu   sabah güneşini taş avluda    yetişir mi deyip şükretti yaratana.
               Şu kurbağalı dere kadar bile    Azrail’den önce yetişebilseymiş   dura dura katran karasına                               ses. Pencereden kafasını uzatıp,   karşılamaya hazırlanıyordu ki,   Ne damlayan çatıyı dert etti artık
               söyleyeceği olmaz mı insanın.   canını teslim ettiği yere, ahh   dönmüş o sessizlik ne söyledi.                           uyku dolu karanlık gözlerinin,   ağıldan gelen seslerle irkildi.   eskisi kadar ne de gıcırdayan
               Yok. Allah’ın işine karışılmaz   öfkesi kendineymiş. Çare yok,   Sobanın üzerinde kaynayan süt                            bir süre yarı aydınlık dünyaya   Baba oğul el ele vermiş, yılkı   döşemeyi, Rüzgâr’ı esiyordu ya
               ama esmeyecek rüzgârın bu       domuzlara kurtlara bırakıp      kazanına düşmüş karasineğe                                alışmasını bekledi. Ne yağmur   atını tımar etmeye uğraşıyordu.   yine eskisi gibi, daha ne isterdi..
               topraklarda işi ne?             gelmiş hayvanın körpecik        takıldı gözü, çabaladıkça ne
                                               etini. Akşama lop lop koyun                                                               ne de postal sesiydi duyduğu,   Aylar sonra ilk kez, eşiğin dışına







                82  hekimcebakis.org                                                                                                                                                                                                83
   77   78   79   80   81   82   83   84   85   86   87